Kategori: <span>Blog</span>


İçimde sen
Sense içimin hepsi
Evrenin içi hepten sen
İçimse tam bi evren
Sen diye her onurlu terleyişte
Buraya adeta fırlatılmış bir
Olanağım ben
Gülüp geçmek silahımı kuşandığımdan bu yana
Dışarıya Zirve bi aldırmazlıkla
Saçlarının savruluşunu
O belinin kıvrımını
İzleye izleye
Şükran bu “alma”nın en yüce haliyse ?
zilyon defa Şükran 36 seneye ..
T.

Kendini pırıl pırıl parlatıp
Sessizce ve hiçbirşeye aldırmadan
Adeta bir kristale dönüştür!
Lakin in o kaf dağından ,
bu leş çağda
rolon suremedigin
kötü koku yayan
bir tarafın olacak illaki !
Ve Mükemmeli oynadıkça,
“Kaygı” seni
İkinci beynin olan
bagirsaklarindan
Yemeye baslayacak..
Oysaki Yaşam
Bu pasif agresifliklere
Katlanip
Kurban edilmeyecek kadar
Değerli.
Kaç ordan !
Farkına var ki
Sevgi denen mefhum
Senin biyolojik ve fizyolojik
Sınırı aştığın zaman
Ancak temaşa halinde seyredicek.
Şart koştuğun sevgi ise ;
Dumanı tüten ekmekten dahi
Küf tadı verecektir
Karşındakinin damağına !
T.d

 

Artık burada insan kendisini,( özgürlüğün dejenere olduğu  bir topluluk içinde ) yaşamdan kopuk ve  yabancı hissediyor. hele ki , ingilize etek
öptüren liderden , arap eli öpen lider gören devre denk gelen biz.. özgür olmak
aslında frei-sein arkadaşların yanında arasında gibi bir anlam taşıyor.freihet
ve freund hint Avrupa dilinde de aynı köke sahip.yani insan kendini ancak iyi
bir ilişkide iyi bir ilişki içindeki toplumda özgür hisseder..özgürlüğü
yalnızlık/yalnız karar almak/ tekilleşme  ile karştırmamak gerek.Çoğu zaman kalabalıklar
arasında “Benim burada ne işim var?” kopukluğu, düşünce spektrumunda ivme
kazanıyor aynı boşluk hissiyle. Çünkü neoliberal rejimin yönelmiş olduğu tümden
yalnızlaşma bizi gerçek anlamda özgür kılmıyor. Kafamda deli sorular ! Birazdan
okuyacaklarınız, kendi akışında sürmekte olan normal bi insanın  şu sıralar geldiği  yerinden bir şeyler anlatıp paylaşma
ihtiyacından öte birsey değil . bu spritüel Yola bi sapanla fırlatıldığım yer
ile varmaya çalıştığım  yerin farklılığı
, bilinçli zihnime halen nihai şekilde surecekmiscesine ürkütücü  geliyor. Kim dostoyevski kitabı bitirdikten
sonra eski kendisi? Varmı eskisi gibi kendi kalabilen ? Kimselerin  daha
önce görmediğini görüp , kimselerin daha önce duymadığını duyan , yaratıcı
insanlar vardır. Onlar sezgisel  bir kavrayışa sahiptir.üstelik
 sadece ışığın açığa vurduğunu görmez ve  sadece sesin ilettiğini
duymazlar.fizyolojinin ve biyolojinin ötesinde berrak bir zihne sahiptirler.
kimseyi eleştirmez ve kimseyi övmezler.en azından buradan tanıyabilirsiniz
böylelerini .kendinden asla önemli biri gibi yahut bilgi sahibi biri gibi de
bahsetmezler.övüldükleri yerde içten içe gülüp, bir kusur bulunursa da sadece
susarlar.kendini her türlü arzudan kurtarmış nefretini yalnızca doğaya aykırı
olana aktarırlar.güdülerinde daima ölçü mutlaktır. Salt kendine  karşı
nöbet halindedir.bilgili biri ile bilge biri arasındaki o incecik çizgiyi
anlatabildim mi bilemiyorum. İşte bu, bana göre tam olarak yaratıcılık.bi nevi
dünyalarını  tahayyül ediş. karanlığın ışığı mucizeyi hazineyi göze çarpar
hale getirdiğine inanırlar.ve hep yalnızdırlar.bu mahkum oldukları  bir
durum değil yüzbin defa  bilinçle seçtikleri türden bir inziva . Sürü
zihniyetinden, kolektif psikolojiden uzak , bundan  haz alırlar. Tarihe
bakın ,  tüm o yaratıcı insanlar, ressamlar, dansçılar, müzik adamları ,
şairler, hepsinin saygınlığa kalabalıklar arasında insanların odağında olmaya
 net şekilde sırt çevirmişlerdir.Belki de  salaş ve bohem hayat tarzı
yaşamak dışında seçenekleri yoktu  çünkü yaratıcı olmalarının tek yolu
buydu. Deli/dahi bi  yol, sabit, stabil, sıradan ama saygın bir hayatın
yan ürünüdür. O yüzyıllardır tartışılıp durulan insanlık, ancak bireyler
başkaldırdıklarında , başkaldırıları saygı ile karşılandığı vakit
 insanlık insanlar arasında da zühur edecektir.şu bir gerçek ki , Sana
hazır verilmeyecek yaşam .sana hazır tepside sunulacak şey “yaşama
şekli” olacak.toplum bunu sen doğmadan hazırladı bile.yaşam senin kimse
sana vermeden yapmayı öğrenmen gereken şey.kendi  eline bir fener alıp arayıp tarayıp bulup
kurmak zorunda olduğun şey.  O sana zorbaca nakşedilmiş kolektif zihni
lağvederek, benliğinin  özgür olmasını sağlayabilirsin . kendine
 karşı açtığın savaşın ne kaybedeni ne kazananı emin ol ki olmayacak.sana
göre olmadığını hissettiğin yerden/şeyden  uzaklaşırken sana rehberlk eden ayaklarına
müteşekkir kalabilirsin.dürtü daima anlatır ve genelde hep haklıdır.O zaman düşmeyi
uçmaya çevirebilirsin.. Nerde  olacağın,  kader ve irade arasındaki o incecik çizgide. bazi
insanların  zihni bence bu dünyada  deliliğe methiye…

 Değişim kaçınılmazınsa; 

Dönüşüm ödülün.

Kendi sarmalında dönmekse;

Kaybettiğin tüm dengeni yeniden yaratımın .

Değişim;

Akışın sihrinin bir parçası. 

Bazı dönem zihnin reddedse de 

Kareler amigdalanda sağa sola çarparken ,

direnmek istese de ,

Belki bir yamaçtan aşağı inmeyi

Derin sulara dalmayı, ışıkların sönmesini

“Karanlığı” değişimin bir parçası olarak göremeyebilirsin…

Değişimi durdurmaya çalışan benliğin  

illüzyona sarmaşıkmışçasına sarıladabilir.. .

Değişimi kabul etmenin yolunu

Onunla birlikte 

dikiz aynasındaki görsele  kafa tutmakta 

ve 

Akışın  sundukları ile 

hayatın dansına katılmakta

bulabilirsin..

t.d
 

 Carl ‘ın deyimi ile “kendimizi ne denli önemli sandğımız, evrende ayrıcalıklı olduğumuzu sandığımız güneş ışınlarına asılı duran bir toz zerreciğinin üzerinde , bu soluk mavi noktada , “

çevredeki herkesin eli ile dokunup gözü ile gördüğü değil de , materyalizm karşıtı bir algılama potansiyeli ile gözümü kapayarak baktığımda , bir göz kırpma süresi olan yaşamımın tadı şu sıralar damağımda..
nedensiz ve sepepsiz görünse de , aslıhatında var olan o mutlak nedenin peşindeyim.
daha da tadına varmamın ilhamını verenlerin peşindeyim.! cesaret ateşime odun atanların peşindeyim..
Cahit yolun yarısına 35 derken ,
ben Peşindeyim kendimin !


 İlerleme kaydeden birinin alameti ,

Olanı biteni 

eleştirmemesi,

övmemesi,

suçlamaması

yahut

savunmaya geçmemesidir…

basamak bsamak 

frekans atlayan kişi 

yukarılarda 

”yalnızlaştım!! zannına düşer…

Halbuki diğerleri alt basamaklarda kalmıştır.

Mesafe olmadan gizemin olmayacağı gibi,

gizem noksanlığı ise ;

Herşeyi 

daha da bi,

eğlenilebilir ve kolay tüketilebilir kılar..

seni ilgilendirmeyen bir düş 

zihin kıvrımlarında geziyor 

olmayacak..

Ve bilmelisinki,

düşten yoksun bir ruh 

uzay boşluğunda asılı kalmış

bi zibil ya da 

bi kırıntıdan öteye geçemeyecek..

sanki kendin için pusuya yatmış bir 

düşmanmışsın gibi 

kendine karşı 

nöbetini tutmadıkça 

Olmayacaksın .

T.D

 

Öz keşif hayat boyu devam eden birşey.özgürkeşmek için yazmali bence insan.herkesin özgürlük tanımı bambaşkadır.ama kendin olman hayatta yolunu bulmanın birkaç yolu var.gördüklerinin ötesinde aslında tüm tanım rol sıfat ve etiketleri kaldırınca aslında kimsin? Ve viZyonun ve tutkun ne? Bu soruları duymaya ihtiyacı olanlar olabilir.Yanıt bulmaktan çok soruyu sormak değerli. Bir kez sorduk mu yanıt zaman içinde belirginleşiyor, parça parça, yol sisler içinden yavaş yavaş beliriyor. sen kendi ilmini bul.ben hersabah yazarak dönüşmeye başlayalı çok şey değişti.sen de her sabah içinden geçenleri, varmaya çalıştıklarını yaz . Son birkaç yılın , yaşam algılarının büyük değişim yaşandığı, bu dönüşüme artık karşı koyamadığımız, yeni hayat düzenlerine adım attığımız bir dönem bence herkes için.ya kabuğunuzda ağlayacaksınız.ya da çıkıp gözümüzden yaş gelene kadar yaşayacaksınız.

zihinle değil sezgiyle birkaç satır yazmak bence daha değerli. Çünkü kağıda dökülen aklımızdan geçenden farklı oluyor. Hatta bazen şaşırtıyo 🙄. Neden derseniz zihin bildiği paternlerle sınırlı düşünürken sezgi gerçekleri söylüyor. Düşünmeden yazın derim, bakalım siz nası delirceksiniz.
Benim hayat hikayem değişim üzerine kurulu tanıyanlar bilir.çok dünyalara dalıp çıkmışlığım var Hayatımın uzun dönemlerini adımlarımı öngöremeden sisler içinde geçirdim. Bu kadar basit soruları 34 yaşına kadar kendime hiç sormamışım. hedeflerim olmuştu tabii ama ben sadece anne olmak için doğduğunu zannedenlerdendim.kendimizi anladıkça yol netleşiyor. Sürprizleri, neler olacağını bilemeyiz ama amacımız, ne istediğimiz net olursa kendimize doğru yol alabiliriz, rüzgarlara kapılmak yerine belki de.Maya Angelou (her kimse artık 🙄)demiş ki ; iyi olduğunu anladğın an dışarı çık ve bir başkasını iyileştir ✌🏼 haydi son sözüm 2. Turda bitirelim 🙏 Dünya karmaşık bir yer ve bazen çıkarlar, hedefler değerlerin önüne geçebiliyor. Ama evrensel bir gerçek var ki yalnızca değerler kalıcı. İnsanlar, statükolar, durumlar, olaylar, her şey geçer, değerler kalır. Gerçek gibi, sevgi, anlayış, hoşgörü, adalet gibi. Sadece bugünün politik iklimi için söylemiyorum bunu, hayatlarımızda da. Durumlar, olaylar, insanlar, hatta tüm kalbimizle peşinden koştuğumuz o büyük hedefler gider, gerçekler kalır. Ve insan doğasına dair şunu biliyoruz, insan sonunda daima iyiyi seçer, bilinçli olarak yapmasa da bunu. Gerçek şu, sonunda her şey çok güzel olacak, tabii ki öyle olacak, hepimiz gerçeği, güzel yaşamayı hak ediyoruz çünkü. Tarih geri gitmez asla, hep ileri gider. İnsan da öyle. Bilinç de öyle. Hayat da öyle. Ruh da öyle. Zaman her şeyi gerektiği gibi ve olması gereken zamanda yoğurur.kimin dediğini bilmiyrm ama bir yere not almışım bunu.evrenin ahlaki kavisi uzundur ama sonunda mutlaka adalete doğru eğilir♥️ vaow.

 Bu sabah otobüste sonuna geldiğim nihan Kaya’nın iyi toplum yoktur kitabında şu paragraf tüm gün içime işledi. “Kadınlar yüzyıllarca, sadece hizmetçilik ettikleri zaman kabul gördüklerini ta içlerinde duymadılar mı, ve bunu onlara en derinden, ilk aşılayan kişi de anneleri değil miydi?”İçimde sadece tüm kadınlar için acı hissettim tüm gün.neyse Bazen sadece çukolata ve gün batımı ışığı herşeyi hallediyor.en azından benim için serotonin endorfin dopamin ve oksitosin böyle de salgılanabiliyor.siz de kendi şifrenizi bulun.Yabancılaşmayı yalnızlığı, her tür yetersizliği değersizlik hissini, gelecek kaygısını onu bunu şunu artık hayatın bir parçası değil de eksiklik görmeye devam etmesek sanki bi ilerleme kaydedeceğiz.

Batı modern sanatı buldu Netfiliksi buldu video oyununu buldu Yıldız savaşlarından Orta Dünyaya türlü atraksiyon yarattı bunlarla baş etmek için, biz orta doğu napıyoruz? hala var olan hastalığı gösterme peşindeyiz.Ne tedavi ediyor ne ağrıyı kesiyoruz.tüm bu dertlerden kaçış kapitalizmin bir oyunu, egemen sınıfı, kültür hegomonyasıydı falandı filandı tüm leş çağın farkındayım biliyorum ama artık bilmek istemiyorum.
Ataerkil toplum mu var geçim sıkıntısı mı var eski domateslerin tadı mı yok? Yoksa kekikle lezzetlenirmi.Yakalım yıkalım gerekirse ama hikaye anlatıp hikaye dinlemeyelim artıkkk!!Latincede bir mefhum var.Per aspera ad astra.zorlukların içinden yıldızlara doğru uzanmak anlamında.Bu söz, insanın umut etmekten ve çabalamaktan asla vazgeçmemesine eşdeğer.Çünkü her engel kendi sırrı ve mucizesi ile birlikte gelir. Her engelin ardında yeni bir eşik, yeni bir devran vardır.ama tek şart.berrak bir zihin !kendi aydınlamanız dünyaya sunabileceğşniz en değerli hizmettir.bi kadının hayallerine adım adım her geçen gün yaklaşması hazzın dibi değil de ne? Son söz 2. Turda bitirelim ! 

 ülkemin , elini verenin kolunu kaptırıp akabinde bütününü kurtaramadğı emperyalist çarkın neresinde olduğunu her markete girdiğimde kasada acil olmayan ürünleri ayıklarken her düşündüğümde neden ülkede herkesin üç maymunu oynadığını merak ede ede yaşlanıyorum. amerikalı astronom, gezegen bilimcisi, kozmolog, astrofizikçi, astrobiyologg Ccarl Sagan ise şu paragrafıyla içinde bulunduğumuz girdabı ÖZETLİYOR.”tarihin bize öğrettiği acı gerçeklerden biri şudur;

eğer yeterince uzun süre kandırılır, aldatılır, kafeslenirsek; kandırıldığımıza, aldatıldığımıza, kafeslendiğimize dair kanıtları görmezden gelme eğilimi gösteririz. artık gerçeklerin açığa çıkmasıyla ilgilenmez oluruz. aldatılış bizi ele geçirir. çünkü basitçe aldatılmış olmayı kabullenmek fazlasıyla acı vericidir ve bunu kendimize bile itiraf edemeyiz.
bir kere bir şarlatana üzerinizde özgürce kullanabileceği gücü ve yetkiyi verirseniz, büyük ihtimalle o güç ve yetkiyi bir daha asla ondan geri alma fırsatınız olmaz.” İki elimizin arasında başımız , şimdi deli gönül düşünsün biz neyin çarkındayız..???

 Kendine döncüler, ben diyceksinciler, kendine hak verciler, kendini çok sevciler, sen sen sen en mükemmelsinciler, özsaygı profesörleri, şefkat sadece kendine olmalıcılar, anne baba suçlayıcılar, çocuğuna kaşını çatma travma kalırcılar , arabesk takıntılarla şimdiki aptallıklarını çocukluk travmalarına sığrıdırıcılar…bla bla bla..kötü hissetmenin günah sayılabildiği bir duygu durumuna evrilen , kişisel mutluluk denen olgunun fetiş sayılacak bir takıntı olduğu bu devrin adını, benim bedenim doğada bir takım mineraller parçası olup solucanların bağırsaklarında toprak olduktan kaç yüzyıl sonra koyacaklar????